Tam Forum Görünümü: FİRAVUN'UN CESEDİ OLAYI
Ateistforum > FORUMLAR > ATEİSTFORUM
Velehan
Muhammed Yunus suresi 90-92 ayetlerinde şu şekilde konuşuyor.
Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) "Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım!" dedi. Şimdi mi (iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.

Kuranda bir çok ayette firavundan bahsederken firavunun akibetinin ikiye ayrılmış kızıldenizde boğulmak olduğu anlatılıyor. Yunus suresinde üstte yazılan ayetlerde firavunun cesedinin ibret olması amacı ile korunduğu yazılmaktadır.

Tabi bu durum İslamcılar arasında bilindik şehir efsanelerine yani mucize hikayelerine yol açmıştır.
İlişikte verilen 2 resimdeki kişinin firavun olduğu savunulur ve bozulmamış cesedinin kurandaki mucizeyi gösterdiği malum Müslümanlarca savunulur. Hatta son nefesinde secde etmeye çalıştığı bile iddia edilir.


Bu mumya british museum'dadır.
British Museum Eski Mısır Eserleri Bölümü Müdürü Prof. Welsby’den konuyu açıklıyor: “ Sözü edilen firavun iddiasını daha önce de bir kez duymuştum. Ama, bilimsel açıdan ciddiye alınacak bir husus olmadığı için pek de üzerinde durmadım. Bu ceset, bizim doğal mumya dediğimiz türden bir arkeolojik buluntudur. Yani, bozulmaması için eski Mısırlı uzmanlar tarafından derisine ve deri altı bölümlerine herhangi bir kimyasal madde sürülmemiştir. Bütün iç organları kurumakla birlikte yerli yerindedir. Ancak bu durum onun bir mucize olduğunu kanıtlamaz. Çünkü, gerek bizim müzemizde, gerekse dünyanın diğer pekçok müzesinde bunun gibi daha yüzlerce ‘doğal mumya’ mevcuttur. Doğal mumyalar, iklim koşullarının uygun olduğu her bölgede kolayca oluşabilirler. Yeni ölmüş biri kuru çöl kumlarında açılan bir mezara uzatılır ve üzeri zaman yitirilmeksizin yine aynı kuru kum ya da toprakla sıkı sıkıya kapatılır. Böylelikle vücuttaki sıvılar yüksek sıcaklıkta kısa süre içinde buharlaşır ve ceset bir tür fosile dönüşür. Benzer görünümlü doğal mumyalara Mısır’ın daha birçok çöllük bölgesinde ve Peru’nun Nazca ovasında da rastlayabilirsiniz. Elimdeki resmî kayıtlara göre, Geç Hanedan Öncesi Dönem’e ait olan (M.Ö. 3500-3250 arası) bu ceset, Yukarı Mısır’daki Cebeleyn kasabasında yapılan resmî bir kazıda bulunmuştur. Öncelikle, kazı mahallinin Kızıldeniz’e olan aşırı uzaklığı ki bu mesafe ortalama 300 km.’dir bana aktardığınız iddiayı coğrafî açıdan geçersiz kılıyor. Bu kişinin 2. Ramses olduğunu ileri sürmek, tarihsel gerçeklerle tam anlamıyla alay etmek demek. Çünkü, Ramses 2′nin mumyalanmış bedeni Mısır’ın Krallar Vadisi’ndeki özel mezarından zaten yıllar önce bilim adamları eliyle çıkarılmıştı ve şu anda da Kahire Müzesi’nde koruma altında bulunuyor. Bütün bu gerekçelerin ışığında, bu iddianın hiçbir tarihî ya da bilimsel geçerliliği ve tutarlılığı bulunmadığını bilmenizi isterim. Böyle bir iddiayı destekleyecek en küçük bir bulguya sahip olsaydık, bu mumyayı müzemiz galerilerinde şu anki konumunda değil zaten, çok daha farklı ve görkemli koşullarda sergilerdik”

Kuranda musa ile kavgaya tutuşan firavunun adı geçmez. Bu firavunun 2. ramses olduğu tarihsel olarak yapılan bir çıkarımdır. Yahudilerin mısırdan çıkışı ve mısırda olan kıtlık dönemi araştırması sonucunda çoğu tarihçi eğer böyle bir olay olmuş ise bu firavun’un 2. Ramses olması gerektiğini ileri sürerler. Ancak British museumdaki mumya zaten çok daha eski bir mumyadır.Musa ( gerçekten yaşadı ise ) milattan önce 1200 yıllarında yaşamış olmalı. Bu mumya ise musa’dan 2000 yıl öncesine aittir.

Bu durumda buradaki asıl soru şudur. Neden Muhammed kuranda Musa’yı yalanlayan Firavun’un cesedinin ibret olması amacı ile korunduğunu söylemektedir. Bildiğim kadarı ile böyle bir iddia Tevrat’ta yok.

Bunun nedenini kesin olarak bilemesek de yorum üretebiliriz.
Benim yorumuma göre Muhammed burada mısırlıların mumyalama işlemine gönderme yaparak ; firavunun kızıldenizde boğulma hikayesindeki hatayı fark etti veya bu hata birilerince kendisine soruldu. Çünkü mısırlıların mumyalama işlemi yaptıkları ve tüm firavunlarını eksiksiz olarak mumyalayıp sakladıkları çok eskiden beri biliniyordu. Firavun askerleri ile beraber kızıldenizde boğulduysa eğer bu durumda mumyalardan biri eksik olmalıydı.
Tahminimce bunun sorun olabileceğini anlayan Muhammed firavun’un cesedini ibret olsun diye bırakıldığını söyleyerek muhtemel hatasını önlemeye çalışmıştır.
18 yüzyılda İngiliz araştırmacılar tarafından nil kıyısındaki krallar vadisinde firavunların mumyaları bulunmuştur ve Tevrat ve kuranda iddia edilen musa-firavun olayının olduğu ilgili dönemdeki firavun mumyaları eksiksizdir.

AKHENATON
sayın velehan bırakın firavunu ; mısırda yaşamış yahudi varlığını kimse ispat edemez. sitede eğer

varsa yahudi ejiptologlarda buna dahildir.

bunun ilk sebebi yahudi ırkı diye bir topluluğun olmadığı mısırlı kanun kaçakları ile çöl bedevilerinin

oluşturduğu topluluğa kral sargonun efsanelerini kendine baz alan musa nın uydurması olduğu

ortaya çıkar.
fearfactorst
Kur'anı Kerimi Peygamberimizin yazmadığını ahmaklar bile kolayca anlayabilir. Şöyle ki: Hz.Muhammed (S.A.) hayatı bilinen bir şahsiyet olarak hiç okumamış,okuma yazma bilmemektedir. Hiç kimseden özel bir ders de almamıştır.Böyle okuma yazma bilmeyen bir insanın böyle bir kitabı yazması aklen ve ilmen imkansızdır. Ondan önce böyle bir kitap mevcut olmadığı gibi böyle bir kitabı yazdığını hiç kimse de iddia etmemiştir. Kur'anın bazı kısımları ile Tevrat ve İncilde benzerlik gören bazı iftiracılar çareyi Hz.Muhammed'in kendinden önce mevcut olan bu kitapları okuyup ondan yararlanarak Kur'anı yazdığını iddia etmekte bulmuşlardır.Halbuki Peygamberimiz zamanında Tevrat İbranice, İncil de Yunanca idi. Peygamberimiz bu lisanların hiç birini bilmiyordu. Mukaddes kitaplar arasında bazı noktalarda benzerlik bulunması, onların bir kaynaktan yani Allah'dan geldiklerinin açık bir delilidir.
Çok dikkat çekici bir nokta da şudur ki, Allah kelamı olan Kur'anı Kerim ile Peygamber sözü olan Hadisleri birbirinden ayırmak çok kolaydır. Demek istediğim, bir yerde Kur'anı Kerim ile Hadis okunduğu zaman hangisinin ayet ve hangisinin hadis olduğu hemen anlaşılır. Çünkü Kur'an üslubu ile Hadis üslubu birbirinden farklıdır. Her ikisi de Arapça olmalarına rağmen ,kullanılan kelimeler ve cümle tertibi başkadır. Kur'an'da öyle bir şiiriyet ve seci,öyle bir belagat,öyle mecaz ve manalar vardır ki, ne Hadislerde ne de başka hiçbir eserde bu derece azamet yoktur. Kur'anın kendine mahsus bir uslubu vardır. O ne şiirdir ve ne de nesir. Bir insanın hayatı boyunca o üsluptan başka bir üsluba geçerek sürekli söz söylemesi ve sürekli olarak farklı üslupları kullanarak eserler oluşturması imkansızdır. Şair Nedim'in şiirlerini Namık Kemal'in şiirlerinden nasıl ayırabiliyorsak Kuran'ı da Hadisten kolayca ayırabiliriz.
Kuranı Kerim küçük çocukların dahi kolayca ezberlediği bir kitaptır ve bu ise bir mucize sayılabilir. Başka hiçbir kitap yoktur ki, böyle satırı satırına,harfi harfine,virgülü virgülüne ezberlenebilmiş olsun.
Kur'ân-ı Kerim, Efendimizin vazife, mes'uliyet ve selâhiyetlerini anlatıp O'na yol gösterdiği gibi, yer yer de seviyesine uygun olarak O'na ikazda bulunmaktadır.
Meselâ: Bir defa münafıklara, izin vermemesi gerekirken izin verdiğinden dolayı "Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sana iyice belli olup ve yalan söyleyenleri bilmezden önce niçin onlara izin verdin?" (Tevbe/43) şeklinde tenbihde bulunduğu gibi, Bedir esirleri hakkındaki tatbikatından dolayı da "Yeryüzünde tam yerleşip istikrar kazanıncaya kadar hiçbir peygambere esirler sahibi olmak yakışmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise (sizin için) ahireti istiyor. Allah daima üstün ve hikmet sahibidir... (Enfâl/67) "Eğer Allah'tan (affınıza dair) bir yazı ve takdir geçmemiş olsaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azab dokunurdu." (Enfal/68) mahiyetinde itabda bulunmuştu. Bir keresinde, Allah'ın dilemesine havale etmeden, "yarın bu işi yaparım" dediği için "Hiçbir şey için bunu yarın yapacağım deme. Ancak Allah dilerse(de). Unuttuğun zaman Rabbini an ve "Umarım Rabbim beni bundan daha doğru bir bilgiye ulaştırır de" (Kehf/23-24) emir ve tenbihinde bulunmuş, bir başka sefer "insanlardan korkup çekiniyordun; oysa asıl çekinmeye lâyık olan Allah idi" (Ahzsb/37) itab işmâm eder mahiyette sadece AIlah'tan korkulması lâzım geldiğini ihtar etmişti. Zevcelerini bir meseledeki tavırlarına karşı bal şerbeti içmemeye yemin edince "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını arıyarak Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram kılıyorsun? Allah çok gafûr ve rahimdir" (Tahrim/1) diyerek sertçe ikaz ediyordu.

Daha bunlar gibi, pekçok âyetle, bir taraftan O'nun vazife, mes'uliyet ve selâhiyetlerinin sınırları belirlenirken, diğer taraftan az dahi olsa bu sınırlara riâyet edilmediği, vazife ve mes'uliyetin mukarrabine göre yerine getirilmediği zamanlarda O'na itab edilmiş, tenbihde bulunulmuş ve yeryer sertçe uyarmalar yapılmıştır. Şimdi hiç akıl kabul edermi ki, bir insan bir kitap yazsın, sonra da o kitabın muhtelif yerlerine kendi hakkında, itab, kınama, ikaz ve ihtar ifade eden âyetler yerleştirsin. Hâşâ!... O kitap Allah kitabı, O zât da O'nun şerefli mübelliğidir...
Son olarak şunu da belirteyim ki, Peygamberimiz amcası ve aynı zamanda da halifesi Hz.Ali'nin babası olan Ebu Talibin Müslüman olmasını çok arzuluyor ve ölüm döşeğinde dahi Müslüman olması için uğraşıyordu. Eğer haşa Kuranı Kerimi kendisi yazmış olsaydı çok sevdiği amcasının Müslüman olarak öldüğünü yazmaz mıydı? Halbuki öyle olmamıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki Kuranı Kerim Peygamberimiz tarafından yazılmayıp Allah tarafından vahyedilmiştir.
AKHENATON
Hz.Muhammed (S.A.) hayatı bilinen bir şahsiyet olarak hiç okumamış,okuma yazma bilmemektedir. Hiç kimseden özel bir ders de almamıştır.

Peygamberimiz zamanında Tevrat İbranice, İncil de Yunanca idi. Peygamberimiz bu lisanların hiç birini bilmiyordu.

________________________________________

zengin ve yahudi kölesi olan bir tüccar için fazla ironik ve ütopik.
fearfactorst
Zengin ve yahudi kölesi olduğuna, İbranice bildiğine namus,şeref ve çocukların üzerine yemin edebilir misin? Ben olmadığına yemin ediyorum.
AKHENATON
QUOTE(fearfactorst @ Dec 27 2007, 03:29 AM) *
Zengin ve yahudi kölesi olduğuna, İbranice bildiğine namus,şeref ve çocukların üzerine yemin edebilir misin? Ben olmadığına yemin ediyorum.


EE bende ediyorum ne olacak şimdi.sen hiç muhammedin bir iş yaptığını duydunmu ;
fearfactorst
Çocukların var ve sen onlar üzerine yemin ettin öyle mi? Vah yazıkları olsun sana. Yazıktır çocuklarına,Ben Peygamberimizin tüccarlık yaptığını biliyorum.
AKHENATON
QUOTE(fearfactorst @ Dec 27 2007, 03:39 AM) *
Çocukların var ve sen onlar üzerine yemin ettin öyle mi? Vah yazıkları olsun sana. Yazıktır çocuklarına,Ben Peygamberimizin tüccarlık yaptığını biliyorum.


bak allah söyletti seni .. biggrin.gif

sende haklısın gerçek onu arzu edenlerin boynuna sarılan bir fahişe değildir.


fearfactorst
Neyi Allah söyletti. Anlamadım. Hem sen Allah'a inanmıyordun ne oldu?
AKHENATON
QUOTE(fearfactorst @ Dec 27 2007, 03:53 AM) *
Neyi Allah söyletti. Anlamadım. Hem sen Allah'a inanmıyordun ne oldu?


sadece bir ironiydi. anlatmaya çalıştığım sey zengin bir tüccar olduğudur. arapların ay tanrısına evet inanmıyorum.
fearfactorst
Zengin bir tüccar olması neyi değiştirir. Bundan çıkardığın anlam nedir?
herakles
Firavun cesedlerinin mumyalanıp korunduğu yıllardan beri bilinir.Muhammed'de bunu biliyordu.Ortada bir mucize de yok...Denizde boğulmuş firavunda yoktur...Musa kıssasındaki deniz hikayesi bütünüyle kaosu simgeleyen mecazdır..

Selam...
pergel
Muhammet tüccardı. Karısının parasını işletmek için uzak yerlere kervanlarla gider gelirdi. Bu yerlerde ya da uzun çöl yolculuklarında neler konuşulur, neler anlatılırdı acaba? Elbette efsaneler, hikayeler, tevrattan masallar, incilden maceralar, vs. Bunları dinleyip de bir şeyler öğrenmemek için aptal olmak lazım. E, Muhammt de hiç de aptal filan değildi. Ayrıca okuma yazma bilirdi.
herakles
QUOTE
E, Muhammt de hiç de aptal filan değildi. Ayrıca okuma yazma bilirdi.


Sorun ümmi kelimesinin çarpıtılmasında,Ümmi kavim geçiyor peygamberin kavmi için şimdi bu kavim hiç mi okuma yazma bilmiyor:)

Okuma yazma bilmeyen bir adam ticaret yapmış..Abi bu geleneksel söylemlere inanan müslümanlara hala anlam veremiyorum..

Birde ilk ayete aptalca bir senaryo uydurmuşlar neymiş Oku denmiş oda okuma bilmem demişmiş...Nebiyi iyice cahil yerine koymuşlar.

Selam..
erosa
QUOTE(fearfactorst @ Dec 27 2007, 02:10 AM) *
Kur'anı Kerimi Peygamberimizin yazmadığını ahmaklar bile kolayca anlayabilir. Şöyle ki: Hz.Muhammed (S.A.) hayatı bilinen bir şahsiyet olarak hiç okumamış,okuma yazma bilmemektedir. Hiç kimseden özel bir ders de almamıştır.Böyle okuma yazma bilmeyen bir insanın böyle bir kitabı yazması aklen ve ilmen imkansızdır. Ondan önce böyle bir kitap mevcut olmadığı gibi böyle bir kitabı yazdığını hiç kimse de iddia etmemiştir. Kur'anın bazı kısımları ile Tevrat ve İncilde benzerlik gören bazı iftiracılar çareyi Hz.Muhammed'in kendinden önce mevcut olan bu kitapları okuyup ondan yararlanarak Kur'anı yazdığını iddia etmekte bulmuşlardır.Halbuki Peygamberimiz zamanında Tevrat İbranice, İncil de Yunanca idi. Peygamberimiz bu lisanların hiç birini bilmiyordu. Mukaddes kitaplar arasında bazı noktalarda benzerlik bulunması, onların bir kaynaktan yani Allah'dan geldiklerinin açık bir delilidir.


"OKU!...Seni halk eden Rabbinin adıyla OKU" âyetlerini okudu...

Bundan sonra Rasûlullah evine avdet etti... Yüreği oynuyordu!... Hazreti Hatice'nin yanına girdi; "beni örtün, örtün"; dedi... Örttüler!..

Nihayet heyecanı geçti, o zaman Hazreti Hatice'ye durumu anlatıp;

-Kendimden cidden korktum. buyurdu...

Hatice:

-Hayır, vallahi Cenâb-ı Allah hiç bir vakit seni perişan etmez... Sen, akrabana iyilik eder, külfetlere tahammül edersin, yoku kazanır, yoksulu kazandırırsın... Misafire ikram eder, ihtiyaç duyanlara yardım edersin...

Ve bundan sonra , onu alıp, amcazadesi Meleketül Nevfel'e götürdü.

Varaka, adıyla da bilinen Nevfel câhiliyet zamanında iken, nasraniyeti kabul etmiş bir zât idi... İbranice yazmasını bilir ve ilamaşâallah İbranice İncil yazardı...

Artık pek ihtiyarlamış ve a'ma olmuştu..

Yanına varınca Hatice:

-Amcazâdem, bak biraderzâdeni bir dinle... dedi.

Varaka sordu:

-Biraderzadem ne görüyorsun? ... dedi.

Rasûlullah gördüklerini anlattır... Bunun üzerine Varaka,

-Bu o namustur ki, Cenâb-ı Allah, Musa’ya indirmiş idi!.. Ne olurdu ben genç olsaydım ve kavminin seni çıkaracağı zaman sağ olaydım! ... dedi.

Rasûlullah sordu;

-Acaib !.. Onlar beni çıkaracaklar da mı?.. Varaka;

-Evet senin getirdiğin gibi bir şeyi getiren hiç bir insan yoktur ki, düşmanlığa mâruz kalmasın ve bulunduğu yerden çıkartılmasın..

Eğer o gününe yetişirsem, her halde sana kaviyyen yardım ederim.. dedi... "

Bu olay gerçekleştikten kısa bir süre sonra gene hitap gelmişti...

Bu tekrar Hazreti Rasûlullah’ı gene çok korkutmuştu...

Rasûlu Ekrem, Hazreti Hatice' ye geldi ve şöyle dedi:

-Ben halvette yalnız kaldığım zaman, bir hitab işittim!.. Vallahi bunun bir emir olmasından cidden korktum...

Hatice cevap verdi:

-Maazallah, sana Allah'tan korkulacak bir şey gelmez!.. Sen emaneti korursun, akrabana iyilik edersin, doğru söylersin... dedi ve böylece onu teskin etti...

Sonra Ebu Bekir geldi... Rasûlullah yoktu o sırada...

Hatice , Rasûlullah'ın sözlerini Ebu Bekir' e anlattı ve:

-Muhammed ile beraber Varaka' ya git!.. dedi..

Rasûlullah gelince, Ebu Bekir onu tutup,

-Hadi bizi Varaka' ya götür... dedi..

Ebu Bekir böyle deyince; Rasûlullah sordu...

-Kim söyledi bunu sana?

Bunun üzerine O da..

-Hatice!... dedi..

Birlikte Varaka' ya gittiler ve olayı anlattılar...

Rasûlullah şöyle dedi:

-Yalnız halvette iken, arkamdan, ya Muhammed Ya Muhammed diye bir nidâ işitiyorum... Ve hemen koşup kaçıyorum...

Varaka cevap verdi:

-Öyle yapma!... Geldiği zaman söyleyeceğini iyice anlayana kadar bekle ve iyi dinle... Sonra da ne dediğini gel bana haber ver!... dedi...

Daha sonra Rasûlullah halvete çekildiğinde bu defa şöyle hitap geldi:

-Ya Muhammed, şöyle de:

“Bismillahirrahmanirrahim

elhamdulillahi rabbil âlemin” diyerek “ve laddaliyn”e kadar vardı... Ve bir de:

“lâ ilâhe illalllah” diye ilâve etti...

Bunun üzerine, o da gelip, bu olan biteni Varaka' ya nakletti!..

Bunun üzerine Varaka da şöyle dedi:

-Müjdeler olsun sana!... Ben şehâdet ederim ki, Sen ibni Meryem' in tebşir ettiği zâtsın!.. Ve sen, Musa' nın namusu gibi bir namus üzeresin... Sen Nebiyyi Mürsel’sin ve cihada memur olacaksın!”


Okuyup anlayanlar için işin gerçeği yukarıdadır,beyinsiz müslümanlar bunları anlamak istemez hep kendi doğruları var zannederler.
Neymiş coluğun çocuğun başına yemin edermisin.Etmeye ne gerek var işte yukarıda açık bir şekilde muhammede peygamberliğin nasıl verildiğini anlatıyor hatta annesi ölmeden öncede ona sen peygamber olacaksın demişti adam zaten yıllarca peygamer olacaksın diye beynini yıkamışlar.Siz muhammedin kuran yazdığınımı sanıyorsunuz o delinin tekiydi o birkaç kişi tarafından kullanılmış bir piyondur asıl kuranı yazanlar devrin ileri gelenleridir.
5 vakit havlamayla müslüman olduğunuzu dünyanın sizin etrafınızda döndüğünü zannediyorsunuz.Yok böyle bir şey,sinirlendim ya.

fearfactorst
Bakınız Paris Tıp Fakültesi Cerrahi Kliniği Direktörü Operatör Prof Dr. Maurice BUCAILLE, 1976 yılından önce Fransızca olarak yayınlanan "Müsbet İlim Yönünden Tevrat,İnciller ve Kur'an (La Bible,le Coran et la Cience)"isimli kitabında Mısırdan çıkış ve firavun olayını anlatırken bu konudaki Tevrat ve Kur'an arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları uzun uzun açıklıyor ve Kur'anda anlatılan hadiselerin bilimsel verilere aynen uyduğunu da anımsatarak sadece Kur'anda belirtilen bir mucizeye dikkat çekiyor. Yazar, her iki kitapta da Kızıldeniz'de boğulduğu bildirilen firavunun II.Ramses'in oğlu olan Mineptah'ın olabileceğini belirtiyor. Ayrıca, boğulan firavunun sonradan bulunarak mumyalanmış olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu açıklıyor. Bu durumda, 1980'li yıllarda bulunduğu iddia edilen cesedin sanılanın aksine firavuna ait olmayıp muhtemelen bir köylüye ait olabileceği, cesedin firavuna ait olabileceği tahminine dayalı olduğu ve bu hususta yanılgıya düşülmüş olabileceği, denizde boğulan firavunun cesedinin, halkı tarafından bulunup mumyalandığı ve Nil nehrinin Louxora nisbetle öteki yakasındaki Krallar Vadisi'nde Thebes'teki mezarlarda bulunmakta iken XIX.yüzyıl sonunda keşfedilerek saklandıkları yerden çıkartılıp Kahire Müzesinde sergilendiği sonucunu çıkarmak mümkündür. Şimdi Prof.Dr.BUCAILLE bu konuda ne söylüyor onun kaleminden okuyalım.Aynen aktarıyorum:
" Kur'anın 10.suresindeki 90-92.ayetlerinin konuyla ilgili verdiği haber şöyle:İsrail oğulları denizi geçerken Firavun ile birlikleri onları peşlerinden takip etmişler ve işte o zaman Firavun,tam boğulacağı sırada.?İnandım, İsrail oğullarının inandığı Allah'dan başka Allah yok. Ben de O?na teslim olmuş olanlardanım.?diye feryat etmiştir. Allah ona:?Nasıl,Şimdi mi(inanıyorsun!)Halbuki bundan önce isyan etmiştin,rezalet çıkartanlardan olmuştun!Öyleyse bugün Biz de,senden sonra gelenlere ibret olsun diye,yalnız cesedini kurtaracağız.Hakikatte insanlar arasında Bizim delillerimizden gafil olanlar pek çoktur.?cevabını vermiştir.
Şimdi Kur'an, Firavun'un cesedinin kurtarılacağını çok açık bir şekilde bildirmektedir ki,en mühim haber de budur. Çıkış olayında hangi Firavun?un zarar gördüğü hususunda insanların modern çağda bile haklı ya da haksız olarak şüphe ettikleri firavunlardan hepsinin cesetleri, Kur'anın insanlara Peygamber tarafından tebliğ edilmiş olduğu devirde, Nil nehrinin Louxora nisbetle öteki yakasındaki Krallar Vadisi'nde Thebes'teki mezarlarda bulunmaktaydılar. Binaenaleyh cesetlerin söz konusu yerde saklı bulunduklarından hiç kimsenin, Kur'anın indirildiği dönemde haberi yoktu ve cesetlerin orada keşfedilmesi ancak XIX.yüzyılın sonunda gerçekleşmiştir. Kur'anın dediği gibi, Çıkış Firavun'unun cesedi gerçekten kurtarılmıştır: Hangisi olursa olsun bu Firavun, bugün Kahire Müzesi'nin Kral Mumyaları Salonu'ndadır ve ziyaretçilere açıktır.
II.Ramses'in oğlu olan ve Çıkış Firavun'u alarak düşünmekte hiçbir sakınca bulunmayan firavun Mineptah'ın mumyalı cesedi, 1898 yılında Loret tarafından Krallar Vadisi'ndeki Thebes'de keşfedildi. Oradan Kahire'ye nakledilmiştir. Birçok noktalarda yıpranmış bile olsa,mumyanın korunma durumu o tarihde memnuniyet vericiydi. 1912 yılında fotoğrafları çekilmişti. Mumyanın şimdiki durumunu, altmış küsur yıl önceki durumuyla (Prof. BUCAILLE, mumyayı 1975 yılında bizzat gidip müzede incelemiş) karşılaştırdığımda,açıkça gördüm ki mumyada bir takım aşınmalar olmuştur. Mumyanın bu 1975 yılı Haziran ayında incelenmesi sırasında benim önayak olmam üzerine bir takım özel araştırmalara girişildi.
İnsan, her zaman temenni ederiz ki, kendi tarihinden kalma tanıklarını muhafazaya çaba göstersin ama, burada çok daha başka bir tanık söz konusudur. Bu da Musa'yı tanımış, isteklerine karşı direnmiş,Mısır'dan kaçışında arkasına düşmüş, o yolda hayatını kaybetmiş, cesedi Allah'ın iradesiyle yok olmaktan kurtularak insanlar için, Kur'anda belirtildiği gibi, ibret olmuş bir kişinin mumyalı cesedinde maddeleşmiş bir şahittir.
Kutsal kitapların doğruluğuna çağdaş buluşların verileri içerisinde kanıt arayan herkese, Firavun'un cesediyle ilgili Kur'an ayetlerinin ne muhteşem bir belgelenişi Kahire Müzesi Kral Mumyaları Salonu'nda sergilenmiş bulunuyor! (Paris Tıp Fakültesi Cerrahi Kliniği Direktörü Operatör Prof Dr. Maurice BUCAILLE?'in "Müsbet İlim Yönünden Tevrat,İnciller ve Kur'an (La Bible,le Coran et la Cience)"isimli kitabından alıntıdır).
AKHENATON
fearfactors kardeşim ben akşama kadar boşuna yazı yazıyorum anlaşılan ; mısırda israiloğulları diye bir halk yaşamamıştır ,artık bu cümleyi yazmaktan yoruldum.git araştır öğren.yahudi ejiptologlar bile bugün denizi yarma olayının olmadığını yanlış çeviriden kaynaklandığını aslının sazlıklar denizi olduğunu söylerken sen biraz eskide kalmış bir bilgi basmışsın. git gerçeği bileceksiniz yazımı oku.


http://forum.ateizm1.org/index.php?showtop...t=0&start=0
fearfactorst
QUOTE(AKHENATON @ Dec 27 2007, 04:05 PM) *
fearfactors kardeşim ben akşama kadar boşuna yazı yazıyorum anlaşılan ; mısırda israiloğulları diye bir halk yaşamamıştır ,artık bu cümleyi yazmaktan yoruldum.git araştır öğren.yahudi ejiptologlar bile bugün denizi yarma olayının olmadığını yanlış çeviriden kaynaklandığını aslının sazlıklar denizi olduğunu söylerken sen biraz eskide kalmış bir bilgi basmışsın. git gerçeği bileceksiniz yazımı oku.

Uzunca bir masal yazmışsın. Ateist düşüncelerini desteklemek için. Ama ben bilimsel gerçeklere ve elimde olan bilimsel verilere itibar ederim. Senin uyduruk masallarına değil. Benim yazılarımı okumuyorsun galiba. Siz şüpheyi esas aldığınız ve dayandığınız temel çürük olduğu için hep bunu kanıtlamaya çalışıyorsunuz Ama maalesef fiyaskoyla sonuçlanıyor. Yani öyle olmasını umuyorsunuz, ama gerçekler karşısında hep aksi çıkıyor. Peygamberimize yaptığınız iftiralar da ne derece tarihi bilgilerden ve bilimsel verilerden uzak olduğunuzu açıkça gözler önüne seriyor.
erosa
Mısır kayıtlarında Musa adında birinin yaşadığına ilişkin hiçbir kayıt yoktur!

Mısır gibi kayıt tutmaya meraklı bir toplumda bu rastlanıcak bir durum değildir ve çok şaşırttıcıdır.

Ve hikayede anlatıldığı gibi bir Mısır prensesi nedimeleriyle birlikte Nil nehrine ''yıkanmaya'' gitmez!!!
Çünkü mısırlılar hijyen konusunda çok titizdir.Hatta sıradan halk bile ,banyosunu filtre edilmiş suyla,hamamlarda alır.Diğer yandan ,prensesin Musaya;
''Seni sudan çıkarıp aldım,senin adın Musa olsun''
demesi de anlamlı değildir.Bir mısırlı prenses niçin nehir kıyısında bulduğu bir bebeğe İbranice ''sudan çıkarmak'' anlamına gelen bir isim koysun ki?

Son olarak Musanın kafilesinin yolunun Kızıldenize düştüğü noktasında da soru işaretleri çok fazladır.Bunun aslında bir çeviri hatası olduğu ve bugünkü Süveyş kanalının bulunduğu yerde bir zamanlar var olan ''sazlıklar denizi''
adlı bataklığın kastedildiği biraz geç anlaşılmıştır.

Bu konu 1 senedir national geographic'te geniş bir şekilde yayınlanmaktadır.


Turk50
EY KAFIRLER SADECE SU AYET



Bakara Suresi
(7) Allah onlarin kalplerini ve kulaklarini mühürlemistir. Gözleri üzerinde de bir perde vardir. Onlar için büyük bir azap vardir.


Ne kadar dogrulari göstersekte, onu yanlis buluyorsunuz!
AKHENATON
QUOTE(fearfactorst @ Dec 27 2007, 04:31 PM) *
Uzunca bir masal yazmışsın. Ateist düşüncelerini desteklemek için. Ama ben bilimsel gerçeklere ve elimde olan bilimsel verilere itibar ederim. Senin uyduruk masallarına değil. Benim yazılarımı okumuyorsun galiba. Siz şüpheyi esas aldığınız ve dayandığınız temel çürük olduğu için hep bunu kanıtlamaya çalışıyorsunuz Ama maalesef fiyaskoyla sonuçlanıyor. Yani öyle olmasını umuyorsunuz, ama gerçekler karşısında hep aksi çıkıyor. Peygamberimize yaptığınız iftiralar da ne derece tarihi bilgilerden ve bilimsel verilerden uzak olduğunuzu açıkça gözler önüne seriyor.


öncelikle o masal değil ikincisi ise ben ateist değilim.

oku sonra tartışalım.

bilgisiz tartışma yoruyor beni.
AKHENATON
QUOTE(erosa @ Dec 27 2007, 04:32 PM) *
.Bir mısırlı prenses niçin nehir kıyısında bulduğu bir bebeğe İbranice ''sudan çıkarmak'' anlamına gelen bir isim koysun ki?




bakınız kral sargon un hayatı.


MU-SA : su ile gelen demek

MU-SU-İSİUS : suyun oğlu
fearfactorst
QUOTE(erosa @ Dec 27 2007, 04:32 PM) *
Mısır kayıtlarında Musa adında birinin yaşadığına ilişkin hiçbir kayıt yoktur!

Mısır gibi kayıt tutmaya meraklı bir toplumda bu rastlanıcak bir durum değildir ve çok şaşırttıcıdır.

Ve hikayede anlatıldığı gibi bir Mısır prensesi nedimeleriyle birlikte Nil nehrine ''yıkanmaya'' gitmez!!!
Çünkü mısırlılar hijyen konusunda çok titizdir.Hatta sıradan halk bile ,banyosunu filtre edilmiş suyla,hamamlarda alır.Diğer yandan ,prensesin Musaya;
''Seni sudan çıkarıp aldım,senin adın Musa olsun''
demesi de anlamlı değildir.Bir mısırlı prenses niçin nehir kıyısında bulduğu bir bebeğe İbranice ''sudan çıkarmak'' anlamına gelen bir isim koysun ki?

Son olarak Musanın kafilesinin yolunun Kızıldenize düştüğü noktasında da soru işaretleri çok fazladır.Bunun aslında bir çeviri hatası olduğu ve bugünkü Süveyş kanalının bulunduğu yerde bir zamanlar var olan ''sazlıklar denizi''
adlı bataklığın kastedildiği biraz geç anlaşılmıştır.

Bu konu 1 senedir national geographic'te geniş bir şekilde yayınlanmaktadır.

Taha Suresi’nin (20.Sure) ayetleri:
38. Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik:
39. Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim.
40. Hani, kız kardeşin gidip "Ona bakacak birini size bulayım mı?" diyordu. Böylece seni, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin diye annene geri verdik. Ve sen, birini öldürdün de seni endişeden kurtardık. Seni iyiden iyiye denemeden geçirdik. Bunun için yıllarca Medyen halkı arasında kaldın. Sonra takdire göre (bu makama) geldin ey Musa!


Kasas Suresi’nin (28.Sure) ayetleri:
6. Ve o yerde onları hakim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).
7. Musa'nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik.
8. Nihayet Firavun ailesi onu yitik çocuk olarak (nehirden) aldı. O, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler.
9. Firavun'un karısı (sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:) Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.
10. Musa'nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı. Eğer biz, (vâdimize) inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı.
11. Annesi Musa'nın ablasına: Onun izini takip et, dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.
12. Biz daha önceden (annesine geri verilinceye kadar) onun süt analarını kabulüne (emmesine) müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi? dedi.
13. Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın vâdinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu (bunu) bilmezler.

Kur'an ayetlerini okuyun da öyle yorum yapın lütfen. Kur'ana göre Hz.Musa'yı nehir kıyısında bulup alan kadın, Firavun'un karısı değil,Firavunun ev halkından birisidir. Tahrif edilmiş Tevrat'da ise Firavun'un kızı tarafından nehrin kenarında bulunduğu yazılıdır. Kur'an da "onu öldürmeyin"geçtiğine göre Firavun ve karısı da o çocuğun İsrail oğullarından olduğunu biliyorlardı. Hem Hz. Musa Allah'ın bildirdiği gibi annesinin gözetiminde büyümüştür. Yorumlarınızı tahrif olmamış Kur'an ayetlerine göre yapın lütfen.
AKHENATON
fear ısrarla niye anlamamak istiyorsun çözebilmiş değilim ; vermiş olduğun kuranda musa için anlatılan hikayelerin aslında kimlere ait olduklarını sürekli yazıyorum ; hiç okumuyormusun bunları , sana diyorum ki musa için anlatılanlar ondan çok önce yaşamış kral sargonun mitidir. git biraz oku sonra gel fikir le değil bilgiyle tartışalım.habire kurandan ayet basma biliyorum zaten bunları.sen bilmediklerini bir öğren.
erosa
Fear biz senin yazdıklarını okuyoruz. Sen yazılanları okuyormusun?okuyorsan karşı tezini sun kayıtlar vardır de,yok okumuyorsan sölede ona göre cevap yazalım.
fearfactorst
Erosa kardeş, merak etme yazdıklarınızı okuyorum. Ben sana Kur'an ayetlerini veriyorum. Sen Mısır prensesinden bahsediyorsun.
erosa
Sevgili fear,

Ben kuranıda okudum tevratıda.Bahse konu exodus(mısırdan çıkış) mısır hiyerogliflerinde ve papiruslarda kaydı yok.
Zaten her 2 kitaptada hangi firavun olduğu belirtilmemiş.Olay yahudilerin kendi efsanesi ve pireyi deve yapmışlar,anlıyacağın tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok.

Sevgi ve esenlikle kalın.
AKHENATON
QUOTE(erosa @ Dec 27 2007, 06:43 PM) *
Sevgili fear,

Ben kuranıda okudum tevratıda.Bahse konu exodus(mısırdan çıkış) mısır hiyerogliflerinde ve papiruslarda kaydı yok.
Zaten her 2 kitaptada hangi firavun olduğu belirtilmemiş.Olay yahudilerin kendi efsanesi ve pireyi deve yapmışlar,anlıyacağın tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok.

Sevgi ve esenlikle kalın.



burda var.

http://forum.ateizm1.org/index.php?showtopic=11068&hl=
DOSTANE
Dünya tarihinden kişisel bilgi olarak Hz. Muhammed den daha çok kimin bilgisi var acaba..
Ahmaklık yapmakta ısrarcısınız. İnkara nefislerinin kötü huylarını katanlara ne yazık!
AKHENATON
QUOTE(DOSTANE @ Dec 27 2007, 06:49 PM) *
Dünya tarihinden kişisel bilgi olarak Hz. Muhammed den daha çok kimin bilgisi var acaba..
Ahmaklık yapmakta ısrarcısınız. İnkara nefislerinin kötü huylarını katanlara ne yazık!



benim.

çıksın ortaya düşüncesinin genetik köklerini vereyim.
erosa
Sevgili akheneton,

Evvelsi akşam national geographic kanalında seyrettim,evet nil nehrinin kırmızılaşma olayı var buna sebepte bir tür bakteriden kaynaklanan denizin kirlenmesi ve balıkların ölmesi sonra kurbağaların karaya çıkması ve kurbağaların ölüp sineklerin istila etmesi,hububatların ambarlardan tamamen temizlenmemesinde dolayı farelerin istila etmesi ve sonuçta veba hastalığının yayılması mısırlıların ilk doğan cocuklarına önem vermesinden dolayı 2 misli yiyecek verildiğinden ve çocukların 2 misli yemeden kaynaklanan zehirlenmeden ölmesi olayları olmuştur.

Ancak musa ve yahudilerle ilgili böyle bir büyük olay yazıtlarda yoktur.Aslında sende söylüyorsun hikaye kral sargona ait.

Sevgi ve esenlikle.
AKHENATON
QUOTE(erosa @ Dec 27 2007, 07:03 PM) *
Sevgili akheneton,

Evvelsi akşam national geographic kanalında seyrettim,evet nil nehrinin kırmızılaşma olayı var buna sebepte bir tür bakteriden kaynaklanan denizin kirlenmesi ve balıkların ölmesi sonra kurbağaların karaya çıkması ve kurbağaların ölüp sineklerin istila etmesi,hububatların ambarlardan tamamen temizlenmemesinde dolayı farelerin istila etmesi ve sonuçta veba hastalığının yayılması mısırlıların ilk doğan cocuklarına önem vermesinden dolayı 2 misli yiyecek verildiğinden ve çocukların 2 misli yemeden kaynaklanan zehirlenmeden ölmesi olayları olmuştur.

Ancak musa ve yahudilerle ilgili böyle bir büyük olay yazıtlarda yoktur.Aslında sende söylüyorsun hikaye kral sargona ait.

Sevgi ve esenlikle.



bu tür kanallar resmi, ideolojinin kanalları olup kessinlikle inanma ; çift kutuplu dünyayı dengede tutmak için bilinçli program hazırlarlar ; en son saçmalıkları eski ahit sandığı için yaptıkları düzmece programdı.iki görüşünde amacına hizmet eder.ama iki düşüncede gerçekte çöptür.
erosa
QUOTE(DOSTANE @ Dec 27 2007, 06:49 PM) *
Dünya tarihinden kişisel bilgi olarak Hz. Muhammed den daha çok kimin bilgisi var acaba..
Ahmaklık yapmakta ısrarcısınız. İnkara nefislerinin kötü huylarını katanlara ne yazık!


muhammed sara hastası şizofrendi sen kendi peygamberini tanımıyorsun bizemi ahmak diyorsun?
erosa
QUOTE(AKHENATON @ Dec 27 2007, 07:06 PM) *
bu tür kanallar resmi, ideolojinin kanalları olup kessinlikle inanma ; çift kutuplu dünyayı dengede tutmak için bilinçli program hazırlarlar ; en son saçmalıkları eski ahit sandığı için yaptıkları düzmece programdı.iki görüşünde amacına hizmet eder.ama iki düşüncede gerçekte çöptür.


Evet haklı olabilirsin buda yahudilerin kanalı.Ne bela adamlar be tüm dünyayı sömürüyorlar işlerine geldiği için müslümanlığıda bilinçli olarak ayakta tutuyorlar.
Yoksa şimdiye müslümanlıkmı kalırdı.

Sevgi ve esenlikle.
DOSTANE
QUOTE(erosa @ Dec 27 2007, 07:06 PM) *
muhammed sara hastası şizofrendi sen kendi peygamberini tanımıyorsun bizemi ahmak diyorsun?



Vay canına... Tahlilini sen mi yaptın..
Saçma sapan konuşma! Tolstoy, Goethe ve Dostoyevski de saraydı zaten..Yani siz öle diosunuz:D
Peh..
fearfactorst
Erosa kem söz sahibinindir. Üslubun kişiliğini ortaya koyuyor.Senin gibi bazı inançsızların köşeye sıkıştığında tek söyleyebildiği küfür ve hakarettir. Bu karekteristik özelliğinizi bildiğimiz için o sözünü aynen sana iade ediyorum. Aşağıdaki yazıyı bir oku da zekan yetiyorsa anlamaya çalış"
1. Akıl hastalığı iddiası sadece Peygamberimiz için değil, gelmiş geçmiş bütün peygamberler için, hatta pek çok veli insanlar için de ileri sürülmüştür. Bu seçkin insanların hepsi mi mecnundur? Acaba daha akla yakın olanı, aslında onların hepsine mecnun diyenlerin mecnun olmaları değil midir?

2. Akıl hastalarının hezeyanları karmakarışık, bazen kendi içinde bile tutarsızdır ve hastadan hastaya da çok değişir.
Hatta, bir hasta hezeyanını, garip fikirlerini anlatsa, diğerleri "amma saçmaladın ha" diye gülerler. Ardından o gülen hasta hezeyanını anlatınca, bu sefer de diğerlerinden kahkahalar yükselir. Yani hiçbir hasta diğerinin hezeyanını paylaşmaz. Bunun tek istisnası "paylaşılmış paranoya" denilen ve çoğunlukla 2 kadın ya da bir kadın, bir erkek arasında benzer hezeyanlarla seyreden hastalıktır ki; hem nadir görülür, hem de 2-3 kişiden fazla topluluklarda görülmez.

Erosa gibi garip insanlara sormak lazım: Bu nasıl bir cinnettir ki, farklı asırlarda, farklı ülkelerde yaşamış bunca seçkin insan, hep beraber aynı hakikatleri; Allah'ın varlığını, birliğini, ahiretin, cennet ve cehennemin insanı beklediğini, kaderi, melekleri vs. iman esaslarını, güzel ahlak kaidelerini insanlara anlatmış ve bütün esaslarda hemfikir olmuşlardır? Böyle bir akıl hastalığı var mıdır? Psikiyatriye az çok aşina olanlar bunun bir zırva olduğunu bilirler.

3. Kaldı ki; Peygamberimize elçilik görevi 40 yaşında verilmiş. Ve o yaşına dek, çevresinde Muhammed-ül Emin lakabıyla, yani doğru, güvenilir bir insan olarak tanınmış. Halinde, tavrında hiç bir aşırılık, gariplik görülmemiş. Oysa tıbben biliyoruz ki; akıl hastalıklarının hemen hepsi 40 yaşına kadar mutlaka bir belirti verir. Zira 40 yaşında artık huy sabitleşir. 40 yaşından sonra başlayan akıl hastalığı ise çok nadirdir. Ancak bunama veya kaza geçirmeye bağlı gelişen hastalıklar gibi birkaç örnek verilebilir. Hatta en ağır akıl hastalığı olan ve hayaller görme, sesler işitme (yani halüsinasyon) ve garip fikirlere saplanma (yani hezeyan) gibi belirtilerle seyreden şizofreni hastalığının teşhisini koymak için bir çok otorite, hastalığın 40 yaşından önce başlamış olması şartını aramaktadır.

Oysa O zatın 40 yaşına kadar olan hayatında, kendisini eleştirecek tek bir noktayı bile düşmanları dahi bulamamışlar. O'nun için ne "ahlaksızdır", ne "yalancıdır", ne "şüphecidir" dememiş, diyememişler.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Peygamberimiz (a.s.m.) delillerini sunmuş, yüzlerce mucize göstermiş, ferman olarak da yine her yönü ile mucize olan Kur?an'ı göstermiş ve davasını ispat etmiş. Anlamayan ahmaklar anlamak istemese de.
tahta
Aslında bu cede olayı sıkmaya başladı smile.gif
Ben bir yazı ekleyeyimde hala gariban köylü cesedi ile firavunun cesedini karıştırmayın smile.gif

1980'li yılların başından bu yana ülkemizeki bazı dinsel cemaatler tarafından "Hz. Musâ ile yandaşlarını takip ederken Kızıldeniz'de boğulan firavun" olarak lanse edilen, hattâ fotoğrafları Kur'an'ın konuyla ilgili âyetleri eşliğinde hediyelik kartpostallara dönüştürülen bu gizemli cesetin gerçekten "firavun" olma ihtimali var mı?


Yeni Şafak yazarı ve araştırmacı Ali Murat Güven, 80'li ve 90'lı yıllara damgasını vuran dinsel bir söylentinin daha içyüzünü din ve bilimin gerçekleri eşliğinde gün ışığına çıkarıyor. Güven, inanç alanındaki traji-komik söylentilerin en ünlüsü olan "firavun cesedi"nin ardındaki sırrı, Londra'daki dünyaca ünlü British Museum'da çözdü.






Fotoğrafın ilk ortaya çıkışı





Konuya yabancı olanlar ya da aslında bilip de sonradan unutanlar var ise hemen açıklayayım: Yüzyılı aşkın bir süredir Londra'daki British Museum'da korunan şu ünlü "bozulmamış ceset"ten söz ediyorum. Hani şu, Kur'an-ı Kerim'deki Yunus Sûresi 90-92. âyetlerin kanıtı olduğu ileri sürülen, ama gerçekte firavunlukla hiçbir ilgisi olmayan, bundan yaklaşık beş bin yıl önce Yukarı Mısır'da yaşamış zavallı bir köylünün mumyasından…


Sözkonusu cesedi, "firavun" lansmanıyla ilk kez 1980'lerin sonlarına doğru tanıma şerefine nail oldum. Zafer Dergisi'nde yayımlanan malûm fotoğraf ve ondan çoğaltılma kimi dergi haberleri o sıralarda İslâmî kesimde elden ele dolaşıyordu. Günümüzle kıyas kabul etmeyecek düzeydeki o günkü kıt arkeoloji ve tarih bilgimle bile, fotoğrafı görür görmez "Bu işte bir terslik var" demiştim, "Yüce Allah, Yunus Sûresi 90-92 âyetlerinde inançsız Firavun'un cesedini ibret için yüksekçe bir yere atacağını buyuruyor. Oysa, bu cesedin müzede durduğu yer, tipik bir mezar formunda. Eğer bu tesadüfî bir arkelojik buluntu ise çevresindeki bütün bu ıvır zıvırlar, basit toprak kap-kacaklar nedir? Onu düzenli bir mezarda değil de rasgele bir noktada bulmaları gerekmez miydi? Ayrıca, Allah firavunu bir ibret vesilesi olarak koruyacağını söylüyor, ama bu ceset ise en az yüzde 50 oranında çürümüş durumda. 'Bir miktar korunmuş olmak' demek, 'mükemmelen korunmuş olmak'la aynı anlama gelmez. En azından bir 'Allah sözü' olarak aynı anlama gelmez. Ne yani, o hâlde Allah'ın Firavun'u kusursuz biçimde muhafaza etmeye gücü yetmedi de ceset zamanla çürümeye mi başladı?"


Fakat ben ne düşünürsem düşüneyim nafileydi. Genç dindarlar, ellerinde -kimbilir kim tarafından- British Museum'da çekilmiş olan o eski püskü fotoğrafla çevrelerindeki "imansızlara" tebliğ yapmaya çoktan başlamışlardı bile. Ve fotoğrafın popülaritesi 1990'lı yıllar boyunca katlanarak arttı.





Mumyayı ilk görüşüm






"MUCİZE"YE (!) EV SAHİPLİĞİ YAPAN ÜNLÜ MÜZE: Türkiye'de ve İslâm dünyasında gayrıciddi söylentilere yol açan doğal mumya, 1900 yılından bu yana Londra'daki ünlü British Museum'da teşhir ediliyor.



Yazılı basında geçirdiğim uzun çalışma yıllarından sonra Allah nasip etti ve 1990'ların ortalarında belgesel film yapımcısı oldum. Bu dönemde birçok ülkeyle birlikte yolum birkaç kez İngiltere'ye de düştü. 1997 yılında British Museum'da çekim yaparken, yıllardır kafamı kurcalayan ünlü mumyayı da dünya gözüyle görüp inceleme fırsatım doğacaktı.


Müze'nin Eski Mısır Eserleri bölümüne geçip "firavun"un teşhir edildiği noktayı bulduğumda, ilk izlenimim derin bir hayâl kırıklığı oldu. Adamımız, piyasada yıllarca dolaşan soluk fotoğrafında göründüğünden çok daha perişan bir hâldeydi. Öyle ki üç kıtada belgesel filmler çekerken farklı kültürlere ait sayısız insan kalıntısı görmüş biri olarak, Peru'nun ünlü Nazca ovasında düzinelercesini yakından incelediğim, hem de bin yılı aşkın süredir açık arazide duran mumyalardan bile daha fazla yıpranmış olduğunu söyleyebilirim. O tarihte British Museum yetkilileriyle ayaküstü yapmış olduğum sohbette kendilerine malûm cesetle ilgili söylentileri anlattığımda, gülerek bana şu karşılığı vermişlerdi: "Müze envanterimizde bunlardan en az on-on beş tane daha kayıtlı. Hepsi de aynı bölgede ve İngiliz arkeologlarca bulunmuş doğal mumyalar. Ne yani, bunların hepsi mi firavun, hepsi mi dinsel mucize? Eğer bu adam kutsal kitaplarda anlatılan firavun olsaydı, onu zaten Müslümanlardan önce Musevîler kutsal bir ziyaretgâh noktası ilan ederlerdi!"






BU DA PERU-NAZCA MUCİZESİ (!): Ali Murat Güven, Latin Amerika ülkelerinden Peru'nun yıl boyunca hemen hiç yağış yüzü görmeyen Nazca bölgesinde, aşırı kuru iklimin yardımıyla oluşan doğal İnka mumyalarından birinin yanında… Uzun süredir açık havada durmalarına karşın, buradaki mumyaların pekçoğunun saçları ve dokularının önemli bir bölümü sıcak nedeniyle korunmuş durumda…



Doğrusunu söylemek gerekirse, o gün orada bütün hayatını arkeolojiye ve eski Mısır uygarlığına adamış uzmanlarla bu acıklı iddia üzerine daha derin bir muhabbete girip, bir Türk televizyoncusu olarak kendimi iyice madara etmek istemedim. Eğer o tarihte bu fırsatı değerlendirip dinsel duyguları coşturan bir haber yazsaydım, yanına da müzede o mumyayla yan yana çekilmiş, parmağımla zât-ı muhteremi işaret eden bir fotoğrafımı ekleseydim, nihayet ülkeye döndüğümde de bunu bizim manipülasyon yapmaya meyyal gazetelerimizden ya da dergilerimizden birine yayınlanması için verseydim, eminim ki bir sürü dindar insana "Destur ya Rab!" çektirir; dinibütün teyzeleri amcaları evlerinde gazete okurken hüngür hüngür ağlatırdım. Ama böyle bir ucuzluğa asla tenezzül etmedim ve tecrübemi kendime saklamak üzere o gün İngiliz yetkililere verdikleri bilgiler için teşekkür ettim. Sonra da (her nasıl bir ilâhi koruma altındaysa) yarı yarıya çürümüş durumdaki firavunumuza veda ederek müzenin diğer bölümlerindeki çekimlerimle uğraştım.





Efsane iyice zıvanadan çıkıyor






GERÇEK RAMSES KAHİRE'DE: 1881 yılında Mısır'daki Krallar Vadisi'nde bulunan ve o tarihten beri de Kahire Müzesi'nde sergilenmekte olan gerçek 2. Ramses mumyası…



Ama tabiî, aklıselim birileri bu palavraya bilimsel bir ciddiyetle yaklaşıp dur demediği sürece, bizim efsane de ülke çapında yayıldıkça yayıldı. Hem de bir süre sonra işin içine "2. Ramses" iddiası karıştırılarak! Birkaç yıl önce bunu ilk duyduğumda, "Allah'ım, işte şimdi tam cıvıttılar" dedim. Çünkü, Kur'an'da Hz. Musâ'yı takip ederken Kızıldeniz'de sular altında kalıp boğulan kişinin 2. Ramses olabileceğine ilişkin hiçbir ipucu yoktu. Firavun, Kur'an açısından bakıldığında, daha ziyade soyut bir kişilikti, Mısır'daki tanrıtanımazlığı ve despotizmi simgeliyordu, Bu nedenle, Kur'an'daki kişi pekâlâ Hz. Musâ ve Hz. Harun'un dönemlerine denk düşen herhangi bir firavun olabilirdi, ama kesinlikle 2. Ramses değil! Çünkü 2. Ramses, Hititlere karşı giriştiği Kadeş Savaşı gibi askeri ve siyasî eylemlerinden dolayı tarihçilerce son derece iyi tanınan, Hz. Musâ ve Hz. Harun ile kesinlikle dönemdaş olmayan, hayatının başı ve sonu yeterince bilinen, onlardan daha uzak ya da daha yakın döneme ait bir firavundur. En önemlisi de bu hükümdarın mumyası 1881'de Krallar Vadisi'ndeki özel mezarında bulunmuş olup, günümüzde Kahire'deki Mısır Müzesi'nde turistlere on dolar karşılığında teşhir edilmektedir. Ve bu satırların yazarı 1999 yılı Eylül ayında onu da yakından incelemiştir (Sayfada 2. Ramses'in mumyasının da bir fotoğrafını görebilirsiniz.).


Hâl böyleyken, anlı şanlı din âlimlerimizin kamuoyuna dinsel ve bilimsel açıdan doyurucu bir açıklama yapmamalarının sonucunda, British Museum'daki cesede ilişkin bu acaip iddia günümüze kadar ulaştı; hattâ müminler arası bayramlaşmalarda kullanılan bir de "tebrik kartı"na dönüştü.


O kartı kitabevinde gördüğümde "Artık yeter" dedim kendi kendime. Ve bundan yaklaşık üç hafta önce Londra'daki British Museum'u aradım. Kendimi tanıtarak mumyanın bilimsel sorumlusu olan kişiyle görüşmek istediğimi bildirdim. Beni İngiltere'nin yetiştirdiği en büyük arkeologlardan biri olan, Eski Mısır uzmanı Derek A. Welsby ile görüştürdüler. Eğer boş bir zamanınızda bu kişinin adını internette sorgularsanız, Eski Mısır konusunda ne düzeyde biriyle temas ettiğimi çok daha iyi anlayabilirsiniz.


Telefonda beni büyük bir ilgiyle dinleyen Bay Welsby, sorularımı yazılı olarak alıp yazılı olarak yanıtlamak istediğini belirtti. Bunun üzerine ben de konuya ilişkin sorularımı hazırlayıp kendisine gönderdim. Bu ünlü arkeologdan gelen cevabı yan sütunlarda bulabilirsiniz.


En büyük mucize biziz!


Bundan yaklaşık iki yıl önce dünya sinemalarında Jim Carrey'nin bir komedi filmi gösterime girmişti: "Bruce Almighty" (Kutsal Bruce)… "Allah"ın ünlü siyahi aktör Morgan Freeman tarafından tasvir edilmesinden dolayı İslâm dünyasında büyük tepki toplayan, bizde de sınırlı gösterimi gündeme gelen ve benim de hakkında eleştirel bir haber yaptığım tartışmalı bir filmdi bu. "Bruce Almighty", yaratıcıyı bir fâninin üzerinden tasvir etmeye kalkışmasıyla çok ciddi bir etik hata yapıyordu; ama zaman zaman Freeman'ın ağzından sağlıklı bir dinsel inancın nasıl temellendirilmesi gerektiğine ilişkin kimi anlamlı mesajlar da veriyordu. Yazımızı onlardan biriyle bitirmek istiyorum:


"Musa Peygamber'in Kızıldenizi'i yarması bir mucizeydi. Ama ondan daha büyük bir mucize ise evini geçindirebilmek için iki ayrı işte birden çalışan yoksul bir annenin, onca derdin arasında fırsat bulup da küçük oğlunu futbol kursuna götürmesidir."





Sözün özü, Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak için mucizelere ihtiyacımız yok. Çünkü, görebilen gözler için insanın bizatihi kendisi, ruhu ve bedeniyle zaten en büyük mucizedir.






Arkeolog Derek A. Welsby (British Museum Eski Mısır Eserleri Bölümü Yetkilisi):




'Firavun olduğuna dair hiçbir kanıt yok'

Dünyadaki diğer bütün büyük müzelerde olduğu gibi, uluslararası üne sahip British Museum'da da her eser o alanda uzmanlaşmış küratörlere (sergi düzenleyicisi) zimmetlenmiş durumda. Saygın İngiliz arkeologlarından Derek A. Welsby de müze envanterinde EA 32751 kod numarasıyla kayıtlı bulunan bu mumyanın "bilimsel ve idarî hâmisi" konumundaki kişi…


Bu tartışmalı buluntuya ilişkin olarak Welsby'den aşağıdaki bilgileri aldım:


"Bana son derece ilginç bir başvuruyla geldiniz. Sizi ve değerli okurlarınızı doyurucu bir biçimde aydınlatmak için elimden geleni yapacağım. Sözünü ettiğiniz 'firavun' iddiasını daha önce de bir kez duymuştum. Ama, bilimsel açıdan ciddiye alınacak bir husus olmadığı için pek de üzerinde durmadım.


Bu ceset, bizim 'doğal mumya' dediğimiz türden bir arkeolojik buluntudur. Yani, bozulmaması için eski Mısırlı uzmanlar tarafından derisine ve deri altı bölümlerine herhangi bir kimyasal madde sürülmemiştir. Bütün iç organları -kurumakla birlikte- yerli yerindedir. Ancak bu durum onun bir 'mucize' olduğunu kanıtlamaz. Çünkü, gerek bizim müzemizde, gerekse dünyanın diğer pekçok müzesinde bunun gibi daha yüzlerce 'doğal mumya' mevcuttur. Doğal mumyalar, iklim koşullarının uygun olduğu her bölgede kolayca oluşabilirler. Yeni ölmüş biri kuru çöl kumlarında açılan bir mezara uzatılır ve üzeri zaman yitirilmeksizin yine aynı kuru kum ya da toprakla sıkı sıkıya kapatılır. Böylelikle vücuttaki sıvılar yüksek sıcaklıkta kısa süre içinde buharlaşır ve ceset bir tür fosile dönüşür. Benzer görünümlü doğal mumyalara Mısır'ın daha birçok çöllük bölgesinde ve Peru'nun Nazca ovasında da rastlayabilirsiniz.


Elimdeki resmî kayıtlara göre, Geç Hanedan Öncesi Dönem'e ait olan (M.Ö. 3500-3250 arası) bu ceset, Yukarı Mısır'daki Cebeleyn kasabasında yapılan resmî bir kazıda bulunmuştur. Öncelikle, kazı mahallinin Kızıldeniz'e olan aşırı uzaklığı -ki bu mesafe ortalama 300 km.'dir- bana aktardığınız iddiayı coğrafî açıdan geçersiz kılıyor.


Öte yandan, aynı kazı sırasında, mezarda cesedin ayrıcalıklı kimliğini ele verecek hiçbir özel takı, giyisi ya da işarete de rastlanmamış. Eski Mısırlılar sevdiklerini gündelik hayatta kullandıkları eşyalarla gömmeyi âdet edinmişlerdi. Altından yapılma gündelik eşya ve mücevherat, bu kültürde bütün asillerin mezarlarında mutlak surette karşılaşacağınız çok önemli sınıfsal göstergelerdir. Bizdeki mumyanın çevresinde gördüğünüz kap-kacak, onun bulunduğu mezardan çıkan orijinal eşyalarıdır. Bunlar ise gayet sıradan, o çağda avamın kullandığı türden toprak malzemelerdir. Eğer ki bu kişi kutsal metinlerde sözü edilen 'lanetlenmiş firavun' ise o halde içi ve çevresi başka insanlarca düzenlenip süslenmiş olan nizamî bir mezarda bulunmasının hiçbir mantığı yok; gelişigüzel bir biçimde bulunması daha akla ve mantığa yatkın olurdu.


Sözkonusu iddia, cesedin kimliği konusunda daha başka tutarsızlıklar da içeriyor. Bu kişinin 2. Ramses olduğunu ileri sürmek, tarihsel gerçeklerle tam anlamıyla alay etmek demek. Çünkü, Ramses 2'nin mumyalanmış bedeni Mısır'ın Krallar Vadisi'ndeki özel mezarından zaten yıllar önce bilim adamları eliyle çıkarılmıştı ve şu anda da Kahire Müzesi'nde koruma altında bulunuyor.


Bütün bu gerekçelerin ışığında, gerçekliğini araştırdığınız iddianın hiçbir tarihî ya da bilimsel geçerliliği ve tutarlılığı bulunmadığını bilmenizi isterim. Böyle bir iddiayı destekleyecek en küçük bir bulguya sahip olsaydık, bu mumyayı müzemiz galerilerinde şu anki konumunda değil zaten, çok daha farklı ve görkemli koşullarda sergilerdik."


Yenişafak/
fearfactorst

Günaydın Tahta.
Sen herhalde benim bu konu başlığı altında yazdığım iletiyi okumamışsın. Önce o iletiyi oku da sonra yorum yap, oldu mu?
erosa
QUOTE(fearfactorst @ Dec 27 2007, 10:22 PM) *
Erosa kem söz sahibinindir. Üslubun kişiliğini ortaya koyuyor.Senin gibi bazı inançsızların köşeye sıkıştığında tek söyleyebildiği küfür ve hakarettir. Bu karekteristik özelliğinizi bildiğimiz için o sözünü aynen sana iade ediyorum. Aşağıdaki yazıyı bir oku da zekan yetiyorsa anlamaya çalış"
1. Akıl hastalığı iddiası sadece Peygamberimiz için değil, gelmiş geçmiş bütün peygamberler için, hatta pek çok veli insanlar için de ileri sürülmüştür. Bu seçkin insanların hepsi mi mecnundur? Acaba daha akla yakın olanı, aslında onların hepsine mecnun diyenlerin mecnun olmaları değil midir?

2. Akıl hastalarının hezeyanları karmakarışık, bazen kendi içinde bile tutarsızdır ve hastadan hastaya da çok değişir.
Hatta, bir hasta hezeyanını, garip fikirlerini anlatsa, diğerleri "amma saçmaladın ha" diye gülerler. Ardından o gülen hasta hezeyanını anlatınca, bu sefer de diğerlerinden kahkahalar yükselir. Yani hiçbir hasta diğerinin hezeyanını paylaşmaz. Bunun tek istisnası "paylaşılmış paranoya" denilen ve çoğunlukla 2 kadın ya da bir kadın, bir erkek arasında benzer hezeyanlarla seyreden hastalıktır ki; hem nadir görülür, hem de 2-3 kişiden fazla topluluklarda görülmez.

Erosa gibi garip insanlara sormak lazım: Bu nasıl bir cinnettir ki, farklı asırlarda, farklı ülkelerde yaşamış bunca seçkin insan, hep beraber aynı hakikatleri; Allah'ın varlığını, birliğini, ahiretin, cennet ve cehennemin insanı beklediğini, kaderi, melekleri vs. iman esaslarını, güzel ahlak kaidelerini insanlara anlatmış ve bütün esaslarda hemfikir olmuşlardır? Böyle bir akıl hastalığı var mıdır? Psikiyatriye az çok aşina olanlar bunun bir zırva olduğunu bilirler.

3. Kaldı ki; Peygamberimize elçilik görevi 40 yaşında verilmiş. Ve o yaşına dek, çevresinde Muhammed-ül Emin lakabıyla, yani doğru, güvenilir bir insan olarak tanınmış. Halinde, tavrında hiç bir aşırılık, gariplik görülmemiş. Oysa tıbben biliyoruz ki; akıl hastalıklarının hemen hepsi 40 yaşına kadar mutlaka bir belirti verir. Zira 40 yaşında artık huy sabitleşir. 40 yaşından sonra başlayan akıl hastalığı ise çok nadirdir. Ancak bunama veya kaza geçirmeye bağlı gelişen hastalıklar gibi birkaç örnek verilebilir. Hatta en ağır akıl hastalığı olan ve hayaller görme, sesler işitme (yani halüsinasyon) ve garip fikirlere saplanma (yani hezeyan) gibi belirtilerle seyreden şizofreni hastalığının teşhisini koymak için bir çok otorite, hastalığın 40 yaşından önce başlamış olması şartını aramaktadır.

Oysa O zatın 40 yaşına kadar olan hayatında, kendisini eleştirecek tek bir noktayı bile düşmanları dahi bulamamışlar. O'nun için ne "ahlaksızdır", ne "yalancıdır", ne "şüphecidir" dememiş, diyememişler.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Peygamberimiz (a.s.m.) delillerini sunmuş, yüzlerce mucize göstermiş, ferman olarak da yine her yönü ile mucize olan Kur?an'ı göstermiş ve davasını ispat etmiş. Anlamayan ahmaklar anlamak istemese de.


Millete ahmak diyorsun sonra kem söz sahibi diyorsun, sen kendinle çelişiyorsun düşün kim ahmak.

Aşağıda epilepsi ile ilgili bilgiler var:
Herkes her yaşta epilepsi hastası olabilir.
Epilepsi tamamen atlatılamaz. Ancak epilepsi hastası çoğu kişi, aldığı doğru ilaçlarla nöbet geçirmeden de
hayatını sürdürebilir. Bu nedenle çevre, o kişinin epilepsi hastası olduğunu çoğunlukla anlayamaz.

Çok istisnai durumlarda beyindeki epeliktik merkez ya ameliyatla aldırılır yada devre dışı bırakılır.

Epilepsi ile zihinsel özür arasında herhangi bir bağlantı yoktur.

Ancak, zihinsel özürlü kişilerin diğer kişilere oranla daha fazla epilepsi hastası oldukları da doğrudur. Epilepsi
hastalığının nedeni, genellikle zihinsel özre neden olan beyin hasarıdır. Ancak epilepsi kesinlikle bulaşıcı
değildir.
Epilepsi nöbet halinde kendini belirten bir hastalıktır. Nöbetler, beyindeki elektriksel dengenin aniden geçici
olarak bozulmasıyla meydana gelir. Nöbetlerin şekli kişiden kişiye değişir. Bazıları yere düşüp kollarıyla ve
bacaklarıyla çırpınarak bunu belli ederler. Bazıları diğeri ise, vücutlarında tuhaf karıncalanmalar hisseder, garip
sesler duyar veya kısa bir süre için etraflarına dik dik bakarlar.

Basit parsiyel nöbetler

Bu nöbetlerde şuur açık kalır. Kişi nöbet geçirdiğinin tamamen bilincinde olur ve nöbet sırasında neler
yaşadıklarını da anlatabilir. Ancak nöbeti istese de durduramaz. Nöbetin süresi çok farklı olabilir. Bu süre, saniye
ile dakikalar arasında değişebilir. Bu nöbetler o kadar hafif olur ki etraftaki kişiler bunların çoğu zaman farkına
bile varamaz. Nöbet aşağıda yazılı şekilde kendini gösterebilir:

Bir kol veya bacağın ansızın kontrolsüz hareketleri

Hoş olmayan bir koku veya ağızda garip bir tat duymak

El, kol, bacak veya ayakta karıncalanma ve/veya iğnelenme

Ağzın etrafında kasılmalar

Başka kişilerin göremediği, duymadığı şeyleri kısa sürede işitmek veya görmek

Yine aşağıda muhammedin vahiy dediği epilepsi nöbetlerinin ispatı:
Hz.Peygamber’in vahiy esnasında vücudu titrer, yüzünün rengi değişirdi. Vahiy esnasında en soğuk günlerde bile alnı terler, nefes alırken horultuya benzer bir ses çıkarırdı. Peygamberimizin yanında bulunanlar bile vahyin etkisi altında kalırlardı. Bu konuda şu haberler nakledilmektedir:
Hz.Aişe (r.a), “Rasulullah’ı soğuğu pek şiddetli bir günde kendisine vahiy nazil olurken gördüm. İşte öyle soğuk bir günde bile kendisinden o hal geçtiği vakitte şakaklarından şıpır şıpır ter akardı” demiştir.

“Keşke ben Rasulullah’ı, kendisine vahiy inerken görebilseydim!” diye merak eden Ya’la b. Ümeyye, bir gün vahiy esnasında, Hz.Ömer’in işaretiyle Hz.Peygamber’e yaklaşmış, O’nu örtmekte olan örtünün içine başını sokmuş ve Efendimizi, yüzü kızarmış, uyuyan kimsenin gidip gelen nefesi gibi solurken görmüştü.

Hz.Ömer’den nakledilen bir habere göre, vahiy esnasında Peygamberimizin yanında bulunanlar bazen arı uğultusuna benzer bir ses işitirlerdi.

Hz.Peygamber (sav)’de meydana gelen bu tür değişik halleri gören Kureyşliler, bazen O’na kâhin, bazen sihirbaz, bazen de şâir ve mecnun demişlerdi.

Sevgili peygamberinin akrabaları onla dalga geçmiş adam yerine koymamış deli demiş cenazesi bile köpek gibi gömülmüş.Kendi karısı peygamberliğine inamamış allah senin şeyini düşünüyor demiş ben niye inanayım? sen niye inanasınki çünkü sen gerçeklerle yüzleşmekten korkuyorsun.

Şimdi ben senin söylediğin hikayeleri yılardır dinledim hep pembe hikayeler anlattılar ancak işin aslını sonradan öğrendim sende aç gözlerini olaylara objektif bak.Kafanı birazda sorgulamaya ayır koyun gibi herşeye he he deme.
fearfactorst
Kendini birşeyler biliyor zanneden zavallı ahmak insan. Bu güne kadar kaç tane epilepsi hastası o kadar mükemmel, bugüne kadar örneği getirilemeyen bir kitap ve adaletli bir nizam oluşturmuştur. İnsan gibi bir mucize ve mükemmel bir yaratık her gün gözlerinin önünde iken bu harikuladeliği kör tesadüflere ve kör maddeye bağlayan ve hakikati göremeyecek kadar kör olan birisinden ne beklenebilir ki zaten. Düşünme kabiliyetin olsa bunları düşünür, mantığını tersinden çalıştırmazdın. Senin sözlerin kişiliğini nasıl da ortaya koyuyor görüyor musun? Senin cenazenin nasıl olacağını görmek isterdim.Yazıklar olsun sana.Tabii söyleyebileceği özlü bir sözü olmayanın ağzı da ağızdan başka her şeye benzer.Ama ben senin gibilerin seviyesine inmemeye çalışacağım.
Asıl içeriğin sadece basit bir görünümüdür. Resimlendirilmiş tam halini görüntülemek için lütfen, buraya tıklayınız.